Antalya Bursa transfer

Antalya Bursa transfer
Antalya bursa transferinde güzergahımız Antalya ilinden çıkıp Isparta , Afyonkarahisar , Kütahya , Eskişehir şehirlerinden geçerek en güvenli şekilde Bursa ilinde olursunuz.
Bursa Antalya Arası Kaç KM
Bursa Antalya arası mesafe karayolu ile yaklaşık 549 km’dir. Bursa Antalya arası mesafe havayolu ile yaklaşık 394 km’dir.

Bursa Antalya Arası Kaç Saat
Bursa Antalya arası kaç saat; Bursa Antalya arası mesafe karayolu ile yaklaşık 549 kilometre olup ortalama hızı 90km/saat olan bir araçla yaklaşık 6 saat sürmektedir. Bursa Antalya arası mesafe otobüs ile yaklaşık 7 saat 30 dakika sürmektedir. Bursa Antalya arası mesafe havayolu (uçak) ile yaklaşık 394 kilometre olup havayoluyla yaklaşık 1 saat sürmektedir.

Antalya ili;

Akdeniz bölgesinde yer alan Antalya ili, Türkiye’nin en fazla nüfusa sahip altıncı şehridir. Antalya ili yüzölçümü yaklaşık 20,909 km²’dir. Antalya ilinin coğrafi konumu ise 36°53′K 30°41′D GPS koordinatlarıdır.
Bursa ili;

Marmara bölgesinde yer alan Bursa ili, Türkiye’nin en fazla nüfusa sahip birinci şehridir. Bursa ili yüzölçümü yaklaşık 10,882 km2’dir. Bursa ilinin coğrafi konumu ise 40°09′00″K 29°01′15″D GPS koordinatlarıdır.

Ulucami; Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Yapılmış Bütün Camilerin Atası

Kent merkezinde, Atatürk Caddesi üzerindedir. Osmanlı sultanlarından Yıldırım Bayezıd tarafından yaptırılmış olup, 1400 yılında tamamlanmıştır. Mimarının Ali Neccar olduğu sanılmaktadır. Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne aittir.

Caminin inşasına ait bir menkıbe vardır. Rivayete göre; Yıldırım Bayezıd, Niğbolu muharebesinde muzaffer olunca yirmi cami yaptırmaya karar verir. Bursa’ya geldiğinde bu fikrini damadı olan Emir Sultan’a söylemiş, O’da yirmi cami yerine yirmi kubbeli bir cami yapılmasını tavsiye etmiştir. Caminin yeri de Emir Sultan’a, rüyasında manevi bir işaretle gösterilmiş, ertesi gün bu işaret edilen yerde çimen bittiği görülerek caminin yeri tespit edilmiştir. Karar Padişaha bildirilmiş, Padişah da bunu uygun görerek caminin inşasını başlatmıştır. Cami, Niğbolu zaferinde kazanılan ganimet mallarıyla yaptırılmıştır.

Ulu Camii ile ilgili bir diğer menkıbe de şadırvanı hakkındadır; Caminin inşaatı esnasında şadırvanın yerinde yaşlıca bir kadına ait bir ev olduğu ve gönül rızası ile satmadığı için devlet büyüklerinin İslam hukukuna saygıları gereği zorla almadığı anlatılır. Bu ev, namaz kılma mahalli dışında olmak kaydıyla ve üstü açık şekilde öylece bırakılmıştır. Kadının vefatından sonra bu yerin camiye dahil edildiği rivayet edilmektedir. Boş bırakılan bu yerde bulunan şu anki şadırvan daha sonraki yıllarda İstanbul’dan Bursa’ya siyasi sürgün olarak gelen Karaçelebizade Abdulaziz Efendi tarafından yaptırılmıştır. Seyyah Evliya Çelebi 1640’lı yıllarda suyu Uludağ’dan gelen bu güzel havuzun içinde alabalıkların yüzdüğünü ifade eder. En tepeden Allah’ın birliğini ifade edercesine tek merkezden kaynayan bu şadırvanın suyu, havuza dökülürken Allah’ı teşbih eder gibi otuz üç ayrı yerden akmaktadır.

Caminin ilk imam-hatibi, Mevlid-i Şerif yazarı Süleyman Çelebi’dir. Mevlid-i Şerif’i yazmasına vesile olan meşhur hadise burada cereyan etmiştir. 1409 yılı Ramazan ayında ikindi namazını müteakip kürsüye çıkan vaiz efendi, konuşması esnasında “Rasüller arasında fark yoktur…” (Bakara 285) ayetinin tefsirini yaparken, cemaatten biri itiraz ederek “Risalet yönüyle aralarında fark olmasa bile benim peygamberim Hz. Muhammed (s.a.v.), fazilet açısından hepsinden üstündür.” der. Bu mesele tartışma konusu olur. Bu konuşmaya şahit olan Süleyman Çelebi o dakikadan itibaren Hz. Peygamber’in faziletlerini anlatan Mevlid-i Şerif’ini yazmaya karar verir. Mevlid-i Şerif Türkçe yazılmış olup yaklaşık bin beyittir.

Hutbe’nin sağ tarafında yüksekçe bir yere asılan siyah örtü, Kabe kapısının örtüsüdür. Mısır Seferi’nden sonra halife olan Yavuz Sultan Selim, Mekke’de onarıma girişmiş, bu arada Kabe’nin örtüsünü İstanbul’dan gönderilen yeni örtü ile değiştirmiştir. Yavuz, eski örtüyü ise Bursa’ya getirtip Ulu Cami’ye hediye etmiş ve kendi elleri ile taşıyıp asmıştır. Saf altın iplik ile üzerine ayetler işlenmiş bu örtü, yüzyıllar boyu kararmadan kalmıştır ;ancak yapılan bazı hatalı restorasyonlar sonucu caminin rutubet alması üzerine işlemeleri dökülmüş olduğundan günümüzde ayetler ancak parlak ışık altında görülebilir.

Yapılış tarzı açısından Osmanlı mimarisinde özgün bir yapı olan Ulu Camii, 55,00 x 69,00 metre ölçülerinde, dikdörtgen planlı bir yapıdır. Toplam iç alanı 3.165,5 m2’dir. Türkiye’deki “Ulu Cami” ismindeki camilerin en büyüğüdür. Mihrabın bulunduğu duvar diğer duvardan daha büyüktür. On iki ayak üzerine yirmi kubbe ile üzeri örtülmüş olan caminin ortasındaki kubbenin üstü açıktır. Son yıllarda bu açıklık camla kaplanmıştır. Duvarları tümüyle düzgün kesme taş ile örülmüştür.

Ankara savaşında Yıldırım Bayezıd’ı yenen Timur, orduları ile Bursa’ya gelip, caminin kuzey kapısını yakarak tahrip etmiştir. Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından da çevresine odun yığılarak yakılmıştır. 1855 yılında meydana gelen depremde caminin on sekiz kubbesi çökmüş, sadece batı minaresinin dibindeki kubbe ile mihrap önü kubbesi ayakta kalmıştır. 1889 yılında çıkan bir yangında minarelerin ahşap olan külahları yanmış, sonrasında kâgir olarak yeniden yapılmıştır. 1959-1961 yıllarındaki onarımlarda sıvalı olan duvarlar kazınmış, kuzey yönündeki kapı da aslına uygun olarak yeniden yapılmıştır. 1494, 1503, 1551, 1563, 1567, 1572, 1668, 1670, 1724, 1742, 1815, 1855 ve1861 yıllarında büyük çapta onarımlar yapılmış, bugünkü görünümüne kavuşmuştur.

14. yüzyıl izlerini taşıyan sekiz sıraya düzenlenmiş istalaktitleri, dış yan köşelerde kum saati biçimli sütunceleri ile zengin görünümlü olan mihrap, 1751 yılında tamamlanmıştır. Sol tarafında mihrabı yapan Mehmet ustanın adı yazılıdır. Ceviz ağacından yapılmış ve siyah renge boyanmış olan minber, caminin en güzel en sanatkarane işlenmiş, eşine az rastlanır bir sanat eseridir. Kapısı üzerinde bulunan 0,40 x 1,00 metre boyutlarındaki kitabede, Yıldırım Bayezıd’in emri ile 802 H. (1400) yılında tamamlandığı belirtilmektedir. Minber, Manisa da Saruhanlı İshak Bey’in 1379 tarihli Ulu Camii minberini yapan Antepli Hacı Mehmet b. Abdülaziz el Dukki’nin eseridir. Bu bilgiyi veren yazı, minberin sağ korkuluğunda dikey olarak yazılmıştır. Künkedari Sanatı ile yapılmıştır. Tutkal ve çivi kullanılmadan, geometrik şekilde oyularak birbirine geçme ile meydana getirilmiş bir eserdir. Doğu yüzünde bazı çıkıntıları vardır ve bunların güneş sistemi ile gezegenler olduğu söylenir. Üzerindeki işlemeler ile bu minber, Selçuklu üslubundan Osmanlı üslubuna geçişin bir şaheseridir.

Zarif sekiz sütun üzerine oturan yüksek ve sade müezzin mahfili 1549 yılında yaptırılmıştır. Mahfilin karşısındaki ayağa yerleştirilmiş yuvarlak tek parça mermerden oyulmuş taş kürsü, 1815 yılında yaptırılmıştır. Caminin doğu, batı ve kuzey yönünde olmak üzere üç kapısı vardır. Bu kapılardan kuzey ve batı yöndekiler yeni olup, doğudaki kapı kanatları camiyle aynı dönemde yapılmıştır. Ahşap kanatları ceviz ağacındandır. Bazı yerleri bozulmuş olmasına rağmen, günümüze kadar sağlam olarak gelebilmiştir. Oyma ve geçmeli geometrik motiflerle süslü kanatlar, caminin minberine uygun olarak 16. Yüzyılın karakteristik özelliğini taşımaktadır. Kuzey yönündeki avluya açılan taç kapısının görümünü, eserin heybetini bir kat daha artırmaktadır. Kavsarası on bir sıra düzenlenmiş istalaktitlerden oluşmakta, parlak nişinin etrafını geniş ve sade bir silme dolanmaktadır.

Caminin pencereleri biçim ve ölçü bakımından her cephede farklı olup, söveleri düz mermerlidir. Pencere alınlıklarında “nefeslik” denilen küçük açıklıkları bulunmaktadır. Güney duvarındaki bir alt sıra pencereler, sonradan kapatılmıştır. Üst sıra pencereler, alt sıra pencerelerle aynı eksen üzerinde değildir. Duvar kalınlıkları birbirinden farklıdır. Doğu 2,80 metre, batı 3,10 metre, kuzey 2,40 metre ve güney duvarı ise 2,20 metre kalınlığındadır.

Ulu Cami’nin iç duvarlarını süsleyen levhaların çoğunun altında, hattatının imzası bulunmaktadır. Büyük çoğunluğunun eksikleri Hattat Şefik Bey tarafından düzeltilmiş veya yeniden yazılmıştır. Cami içinde 13 ayrı yazı karakteri ile 41 ayrı hattat tarafından, duvara yazılmış 87, levha halinde 105, tamamı 192 adet yazı mevcuttur. Ayrıca çok değerli saatler, şamdanlar, Kur’an-ı Kerimler bulunmaktadır.

Cami, doğu ve batı köşelerinde iki minareye sahiptir. Batıda yer alan minare, Yıldırım Bayezıd tarafından yaptırılmıştır. Camiye bitişik olan minare kaidesi tamamen mermerden olup, gövdesi tuğla örtülüdür. Dıştan ve işten olmak üzere bu minareye çıkan iki yol vardır. Birisi kubbelere, diğeri şerefesine çıkar. Şerefeler iki minarede de eş olup, altı sıra tuğla istalaktitlerle düzenlenmiştir. Cami avlusunda üç şadırvan bulunmaktadır. Cami içerisindeki şadırvanın, Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarında, Türklerin suya olan ilgilerinden kaynaklanarak tasarladığı tahmin edilmektedir. On altı köşeli havuz, üç çanaklı fıskiyeden sekiz kol halinde dökülen sularla dolarak musluklara dağıtılmaktadır. Mihrap ekseni ile her üç kapının ekseni şadırvanın merkezinde birleşmektedir.
Zümrüt Yeşil Kar Beyaz Zirvesi: Uludağ

Mitolojik Çağın Olympos’u

Tarihinin yüz bin yıl öncesine kadar dayandığı bilinen Uludağ, antik çağın ilk tarihçilerinden Herodot’un (M.Ö. 490-420) yazdığı Herodot Tarihi isimli kitabında, “Olympos” olarak geçer ve Olympos’ta Lydia kralı Kroisos’un oğlu Atys’in yaşadığı trajediyi anlatır. Yine tanrıların Troya Savaşı’nı buradan izledikleri de mitolojik kaynaklarda yer alır. Mısırlılar’ın Mismos, Romalılar’ın Calbyeers, Bizanslılar’ın ise Misolymp adını verdikleri Uludağ, bir dönem Bizanslı keşişler tarafından sığınak olarak kullanması nedeniyle Osmanlılar tarafından Keşiş Dağı olarak adlandırılmıştır. Orhan Gazi‘nin Bursa’yı teslim almasından sonra dağdaki keşişlerin yaşadığı manastırların bir kısmı terk edilirken, bir kısmı da Duğlu Baba, Geyikli Baba, Abdal Murad gibi müslüman dervişlerin inziva yerleri olmuştur. 1925 yılında Bursa Vilayeti Coğrafya Cemiyeti’nin girişimleri ve Osman Şevki Bey’in önerisi ile “Uludağ” adını almıştır.

Uludağ’da Dört Mevsim Bursa denince akla gelen ilk simgelerden biri olan ve kentin 36 kilometre güneyinde yer alan 2 bin 543 metre yüksekliğindeki Uludağ, ülkemizin en gözde kış sporları merkezidir. Eşsiz güzellikleri, flora ve faunasının zenginliği ile 1961 yılında Milli Park ilan edilen Uludağ, kış turizminin yanı sıra yaz aylarında da, kampçılık, trekking ve günübirlik piknik etkinliklerine olanak sağlamasıyla yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekmektedir. Bu özellikleri ile Uludağ dört mevsim turizme hizmet veren bir doğaya sahiptir.

Milli parkın en yüksek noktası Uludağ Tepe’dir (2543 m). Diğer yükseltiler Zirvetepe (2468m), Kuşaklıkaya (2232 m), Çobankaya (1750 m), Bakacak Tepe (1743 m) dir. Sarıalan (1621 m), Kirazlıyayla (1505 m), Kadıyayla (1235 m) gibi yaylaları, Nilüfer Çayı’nın kolları olan Dombay Çukuru Dere, Softadere, Derinçay Dere gibi dereleri vardır.

Zirvede Kayak

Uludağ’da 1933 yılından beri kayak yapılmaktadır. Ülkemizin en önemli kış sporları ve kayak merkezi olan Uludağ’da karla kaplı gün sayısı 178’dir. Bugüne kadar kar kalınlığı en fazla 435 cm olarak ölçülmüştür. Dünyaca ünlü Uludağ kayak pistleri, Fatintepe ve Kuşakkaya tepelerinin üzerine kurulmuştur. Uludağ kayak merkezi Alp ve Kuzey disiplini ile “Tur kayağı” ve “Helikopterli kayak” uygulamaları bakımından uygun coğrafya şartlarına sahiptir. Kayak dışında snowboard, big foot, buz pateni, kar motosikleti aktiviteleri ziyaretçilere sunulan alternatifleri oluşturur. Kayak merkezi Bursa’ya 36, İstanbul’a 150 kilometre mesafededir.

Fauna

Milli Park sahası içinde yaban domuzu, tilki, çakal, kurt, porsuk, yabani kedi ile hasancık veya diğer adı ağaç yedi uyuru, köstebek, sincap, soreks, sansar ve az miktarda ayı yaşamaktadır. Ayrıca Yeşiltarla’da bir Geyik Üretme Çiftliği vardır. Sakallı akbaba (Gypaetus Barbatus) ise Uludağ’da yaşayan endemik bir türdür

Apollo Kelebeği

Türkiye’de yaşayan en büyük kelebek türü olan Apollo Kelebeği, muhteşem görüntüsü ve olağanüstü yapısıyla Uludağ’ın en önemli renklerinden biridir. Temmuz ve Ağustos aylarında Uludağ’ın binbir çeşit çiçekle süslü çayırlarında adeta dans eden benzersiz Apollo Kelebeği, zaman zaman 6.000 m. yükseklikte bile kendine yaşama imkânı bulabilen bir tür olarak bilinmektedir. Bu kelebeklerin vücutları kürke benzeyen siyah tüylerle kaplıdır. Gövdenin koyu rengi böceğin güneşten ısı emmesine yardım eder. Siyah benekli beyaz kanatlar diğer kelebeklere oranla daha büyüktür. Böylece güneşin ışınlarını almak için daha geniş bir yüzey sağlanmış olur. Ayrıca bu kanatlar kelebeğin olağanüstü yükselmesinde de yardımcıdır. Kanatları son derece incedir, bu yüzden hemen hemen saydam bir görüntüye sahiptir. Bu da güneş ışınlarının kelebek tarafından kolay emilmesini sağlar.

Milli Park

1961 yılında milli park ilan edilen ve 12 bin 762 hektarı kapsayan Uludağ Milli Parkı’nın yüzde 71’i orman, yüzde 28’i mera ve kayalık, yüzde 0,4’ü açık, yüzde 0,1’i sulak alan, yüzde 0,5’i ise yerleşim alanıdır. Türkiye’de ilk buzul devri izleri Uludağ’ da görülmektedir. Uludağ’ın kuzeye bakan yamaçlarında buzullarca şekillendirilmiş oluşumlar ve ilginç görünümlü kaya kitleleri vardır. Yılanlıkaya, Cennetkaya, Çobankaya gibi şekiller bunların en tipik örnekleridir. Milli Park bünyesinde yüksek kesimlerde buzul gölleri de bulunmaktadır. Bu göller, buzulların Uludağ’ın yüksek kesimlerinde gelişmesi ve buzul aşındırması sonucu oluşan teknelerin sularla dolması sonucu ortaya çıkmıştır. Karagöl, Aynalıgöl, Kilimligöl, Buzlu Göl bunlardan en bilinenleri arasında yer almaktadır. Etrafındaki çöküntü sahalarının çevresinde yükselen Uludağ’da tabakalar arasında yer yer maden ve maden damar yataklarına rastlanmaktadır. Türkiye’nin önemli volfram yatakları buradadır. İklimi, yüksek dağ özelliğindedir. Yükseklere çıkıldıkça kar yağışı ve miktarı fazlalaşır.

Bitki Örtüsü

Uludağ Milli Parkı gerek alpin, gerekse Türkiye ve yalnızca Uludağ’ a özgü endemik türleri içeren zengin bir bitki örtüsüne sahiptir. Uludağ’ da 104 endemik tür tespit edilirken bunlardan 32 tanesi Uludağ endemiği olarak kayıtlıdır. Uludağ eteklerinde akdeniz iklimi bitkileri görülürken daha üst kademelerde kara iklimi bitkilerinin görülmesi bitki örtüsünün bir sürü benzerinden daha zengin olmasına yol açmıştır. Bir çiçek cenneti olan Uludağ ender bulunan bir bitkisel zenginliğe de sahiptir. Mart ayında alt kademelerde başlayan uyanma, yaz boyunca zirvede devam etmektedir. Özellikle orman kuşağının üzerinde yer alan ve pek çok kişi tarafından kıraç olarak bilinen dağda, çok zengin ve bu bölgeye özgü nadir bitki türleri görülmektedir. Dağın eteklerinde meşe, kestane, çınar, ceviz ağaçları; 350 metreden itibaren defne, zeytin, katranardıcı, fındık, ladin, funda, kızılçam, maki ve çalılık alanlar vardır. 350 -700 m arası kestane, akçakesme, erguvan, koca yemiş, dağ çileği, katırtırnağı, Girit ladini, gürgen, kızılcık, alıç, kayın, titrek kavak, karaçam 700 -1000 metre arası kayın, sapsız meşe, karaçam, muşmula; 1000 -1050 metreden itibaren de kayın ormanları başlar. 1500-2100 metre arasında Uludağ göknarı, bodur ardıç, yaban mersini, ayı üzümü, yabani gül, geyik dikeni, çoban üzümü, söğüt, karaçam, kayın, gürgen, titrek kavak, sırımbağı, yoğurtotu, kekik,bitotu, misk soğanı, hindiba, bahar yıldızı, çok çiçekli gelincik, yabani elma vardır. Karaçam ormanları arasında sarıçam, 2100 metreden sonra bodur ardıçlar, 2300 metre kadar otsu türler ile temsil edilen Alpin bitkiler hakimdir.

Günübirlik Uludağ Uludağ’da günübirlik ziyaretler ve kamp yapmak için birçok uygun bölge yer almakta ve yaz kış yoğun ilgi görmektedir. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir:
Karabelen Günübirlik Kullanım Alanı: Milli parkın hemen girişinde yer almaktadır. Giriş gişelerinin de yer aldığı günübirlik kullanım alanı bin kişi kapasiteye ulaşabilmektedir.
Kirazlıyayla Günübirlik Kullanım Alanı: Piknik alanında kır gazinosu ve büfe yer almaktadır. Uludağ Üniversitesi’ne ve Maliye Bakanlığı’na ait tesisler de burada bulunmaktadır. Günübirlik kullanım alanı binbeşyüz kişi kapasitelidir.
Sarıalan Kamp ve Günübirlik Kullanım Alanı: Bu bölgede, bungalov ve baraka bulunmaktadır. Yine 350’ye yakın çadır kapasiteli bir kamp alanı da bölgede yer almaktadır
Kozahan
1492 yılında II. Beyazıt tarafından İstanbul da ki cami ve medresesine gelir sağlamak amacıyla yaptırılmıştır. Orhan camii ile Ulu cami arasındaki geniş bir alana kurulmuştur. Çoğunlukla kesme taş , yer yer tuğlanın da kullanıldığı han , iki katlı olup odalarının önü revaktır. Revak kısmı 40 beton kubbeden oluşmaktadır. Üst katta 50 alt katta 45 olmak üzere toplam 95 odası vardır. Üst katta bulunan odaların tamamı ipek ve ipek ürünleri satan dükkanlar olarak kullanılmaktadır. Üst katta güneye açılan bir kapısı ile alt katta Orhan cami tarafına ve kuzeyinde kapalı çarşıya açılan kapıları vardır. Kuzeye açılan büyük taş kapısı firuze çinilerle süslüdür.Avlusunda altı şadırvan olan kubbeli bir mescit bulunmaktadır. Günümüzde Kozahan’ın iç avlusu insanların dinlenebilecekleri kafe ve çay bahçesi olarak düzenlenmiştir. Hanın mimarı Abdül-Ula Bin Pulad Şah, İnşaat ustası da Şuca Bin Karaca’dır. Han-ı Cedid-i Evvel, Simkeş, Beylik, Kervansaray’ı, Cedid-i Amire gibi isimlerle anılan Koza Hanı eskiden olduğu gibi şimdi de Bursa’nın ipek ve ticaret merkezidir.
İznik Çinisi
Birçok medeniyete başkentlik yapmış olan kent, aynı zamanda çininin de başkenti idi. Bu muhteşem sanat, usta ellerde hayat bularak, 14. ve 15. yüzyıllarda altın dönemini yaşamıştır. Dönemin birçok cami ve saraylarının bezenmesinde kullanılan çini, bu yapıların ihtişamını daha da artırmıştır.

Çini kuvars kil, cam tozu (frit) dolomit, marn, tebeşir tozu gibi hammaddelerle, belirli oranlarda karıştırılarak oluşturulan ve üzerine sıraltı ve sırüstü dekor uygulanan tek yüzü veya çift yüzü sırlı, 850- 950 derece arasında pişirilerek elde edilen seramik türüdür. % 80 kuvars (Quartz) yani yarı değerli taş minareli içerdiği için seramik literatürüne, “Üretilmesi İmkansız Seramik” olarak girmiştir.

İznik çinisi tarihte Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı sanatı'nın özelliklerini yansıtması açısından önem taşımaktadır. Osmanlılar çiniyi mimari eserlerde ilk defa Bursa’da Yeşil Camii ve Türbesinde kullanmışlardır. İznik çinisi zamanla adını duyurarak Cenovalı tacirler aracılığı ile bütün Avrupa ülkelerine ihraç edilmiştir. Osmanlılarda sistem olarak sarayda Ehl- Hiraf (Sanatkar Topluluğu) tarafından üretilen desenler Padişah fermanı ile İznik kadısına gönderilir, İznik Kadısı da atölyeleri idare eden Kaşicibaşı (büyük üstad)'a havale ederek desenlerin atölyelerde kullanılması sağlanırdı.

Renklerini ve desenlerini İznik doğasından alan İznik çinileri yapımında kuvars, cam tozu ve kil kullanılmaktadır. Bu malzemeler fırınlanıp öğütüldükten sonra hamur haline getiriliyor kalıplarda şekil verdikten sonra bir hafta kurumaya bırakılıyor daha sonra astarlama yapılarak tekrar kurutuluyor ve 930 derecede fırınlanıyor, bir gün süreyle bu ısıda kalan plakalar fırın kapatıldıktan sonra kapağı açılmadan soğumaya bırakılıyor. Desenleme kısmında parşömen kağıdının üzerine çizilen motifin üzeri iğneye delinip kömür tozu dökülerek desenin plakanın üzerine çıkması sağlanıyor. Boyama işleminden sonra plakalar sırlanarak 1000 derecelik fırında pişiriliyor. İznik çinilerinde en çok çin temani, hatai, haliç işi, narlı desen, minyatürler, İznik kuşu, gül, karanfil motifleri kullanılmaktadır. Çini sanatı 2013 yılında Somut Olmayan Kültürel miras Ulusal Envanterinde kayıt altına alınmıştır. Ayrıca çini sanatının gelecek kuşaklara aktarılması yaygınlaştırılması tanıtılması amacıyla İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Miras Listesine kayıt edilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından dosya hazırlama çalışmaları devam etmektedir.
Kamp Alanları
Bursa Orman Kampları

Uludağ Milli Parkı içinde bulunan Gölcük Kamp Alanı öğrenci ve izci gruplarının kamp etkinlikleri için kullanılmaktadır. İznik ve Uluabat Gölü kıyıları da gençlik kampları için oldukça uygundur. Göl çevresinde uluslararası katılıma açık yelken, yüzme, sörf ve kampçılık eğitimi verilmektedir.

Gençlik Kampları

Gemlik ilçesinde kıyıda Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğüne ait Hasanağa ve Kırcaali Gençlik ve İzcilik kampları bulunmaktadır. Bunlar 175'er yataklı olup yaz aylarında 10'ar günlük 4 devre olarak Türkiye'nin her yerinden gelen gençlerin kamp yapmalarına olanak sağlamaktadır.

KARABELEN

Uludağ Milli Parkı ana girişi olan Karabelen yaylası Bursa’ya 22 km. uzaklıktadır. Günübirlik kullanıma uygun alt yapının mevcut olduğu 1000 kişi/gün kapasiteli Karabelen’de piknik masaları, çeşmeler, WC ve Milli Park Müdürlüğünün iki hizmet evi bulunmaktadır. Karabelen yaz aylarında hemşehri derneklerinin şenlikler yaptıkları bir bölgedir. Gişelerden hemen önce sağa sapan yol ise Bağlı ve Soğukpınar köylerine iner.

KİRAZLIYAYLA

Şehir merkezinden 25 km. uzaklıktaki Kirazlıyayla Sarıalan ve Oteller Bölgesine ulaşımda geçiş noktasıdır. Otel ve kamuya ait bir misafirhane ile Milli Park Müdürlüğü hizmet binalarının bulunduğu Kirazlıyayla 2000 kişi/gün kapasiteli günübirlik piknik alanıdır. Satış büfesi, çocuk oyun alanı, piknik masaları ve çeşmelerin bulunduğu yayla bahar aylarında su ile kaplı Gölcük mevkii veya sanatoryum göletine doğa yürüyüşleri yapılabilir.

SARIALAN

Teleferiğin son istasyonunun bulunduğu 1.650 m yükseklikteki Sarıalan genellikle günübirlik kullanım amacıyla tercih edilen bir yayladır. 350 ünitelik çadırlı kamp alanı, 12 bungalov, 29 baraka, et-mangal lokantaları, hediyelik eşya satış dükkânları, çocuk oyun alanları ile cami mevcuttur. Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü’ne ait bungalov ve barakalar Temmuz-Eylül ayları arasında 15’er günlük devrelerde kiralanabilmektedir.

ÇOBANKAYA

Bakacak yolu üzerinde Çobankaya’ya Oteller bölgesinden karayolu veya Sarıalan’ dan orman içi patikadan ulaşılır. 150 çadır ve 1.000 kişi/gün kapasiteli Çobankaya orman içi kamp ve dinlenme alanında Kızılay aile kampı, kır gazinosu ve satış büfesi, Milli Park Müdürlüğü’ne ait işçi pansiyonu, sıhhi tesis kompleksi (Banyo, WC), cami gibi hizmetler mevcuttur. Softaboğan şelalesine uzanan doğa yürüyüş parkuru bu mevkiden geçer.

BAKACAK

Açık havalarda Bursa ve Marmara denizinin seyredilebildiği önemli bir manzara seyir noktasıdır. Bakacak’a Oteller bölgesinden araçla ulaşılabilir. Osmanlı Devleti döneminde Ramazan başlangıcının ateş yakılıp top atılarak duyurulduğu bu noktalara Radyolink istasyonu bulunmaktadır.

Bursa Oynar Kuşu " Osmanlı'dan gelen kanat sesleri"
Bursa’nın sembolleri arasında yer alan ve dünyada “Bursa Roller” adıyla bilinen, “Bursa Güvercini”, Osmanlı döneminde yetiştirilmiş bir ırk olup, dünyanın zengin ve parlak tüylü kuşlarındandır. 7 saat uçma yeteneği nedeniyle uçuş atletleri olarak anılan Bursa güvercinleri, bu yetenekleri nedeniyle Osmanlı döneminde haberleşme amacıyla kullanılmışlardı. Bu kuşlar, Kosova’ya ve Arnavutluk’a kadar uçardı. 7-8 saat uçma yetenekleri günümüzde kaybolmuştur, en fazla 3 saat uçabilmektedirler. Makas yapabilen bir kuştur. Bursa oynar kuşları makaracıdır. Makara yapan kuş, gruptan kopar 10 takla atarak aşağı doğru düşer ve tekrar yükselip gruba takılır, bunu diğer grup üyeleri izler ve seyretmesi çok güzel bir görüntü oluştururdu. Ne var ki kuşun bu özelliği de yetiştiricileri tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Bursa ve çevresinde Oynar veya Akkanat adıyla anılan Bursa güvercini, rivayetlere göre Osmanlı padişahlarından 1. Murad’ın veziri Kara Timurtaş Paşa tarafından Bosna ve Arnavutluk civarından Bursa’ya getirilmişti; bir başka söylenceye göre Fatih Sultan Mehmed zamanında Cem Sultan tarafından getirilmişti. Bizans döneminden kalma Bursa ve İznik çinilerinde görülen ve Bizans’ın aptal kuşu denen kuşun Bursa güvercini olma ihtimali doğruysa, kuşun geçmişi Bizans’a kadar inmektedir. Günümüzde yaklaşık 2 bin civarında kuş yetiştiricisinin bulunduğu Bursa’da yetiştiriciler, en çok besledikleri tür olan Bursa güvercinini nesilden nesile aktararak bu kuş türünün devamını sağlamışlardır.

Bursalılar, şehrin düşman işgalinden kurtulduğu günü tüm beyaz güvercinlerini uçurarak bağımsızlığı ve özgürlüğü kutlamışlardır. Önceleri Orhan Camii bahçesinde yapılan güvercin satışları, sonra Pazar Pazarı’na, şimdilerde ise Atıcılar’da yapılmakta… Bugün tüm dünyada “Bursa Roller”i olarak bilinen Bursa’nın Oynar Güvercini, Mayıs 1989’da Alman standartlarına göre tescil edilmiştir. Bursa´ya özgü diğer güvercin türleri, Muradiye Selaniği ve Taklacı Paçalı Türk Güvercini´dir.

Kapalı Çarşı : Bursa'nın Bereket Kapısı
Orhangazi zamanında Hanların araları çatı ile kapatılarak kapalı çarşılar meydana getirilmeye başlanmış ve kapalı Çarşı’nın ilk hali bu şekilde oluşmuştur.Daha sonraki yıllarda Sahaflar, Akatarlar, İvaz Paşa, Gelincik, Sipahiler, Karacabey (Yorgancılar, Sandıkçılar) Eski bakırcılar çarşıları eklenerek kapalı çarşıyı oluşturmuşlardır.

1958 yılında tamamen yanan kapalı çarşı yeniden inşa edilmiştir; ilk halinde olduğu gibi tek katlı olarak değil; alttan zemin kat, sokak seviyesinde ve yolların iki tarafında dükkanlar ve dükkanların üst katları olarak inşa edilmiştir. Çarşının üstü de modern bir şekilde kapatılmıştır. 1855 depreminde yıkıldıktan sonra üstü açık kalan İvaz Paşa ve Eski Bakırcılar Çarşıları da 1960 yılında restore edilerek üstleri kapatılmıştır.

İnkaya Çınarı : Gökyüzünü Kucaklayan Tek Başına Bir Orman

Adını Osmanlı Devleti'nin ilk köylerinden biri olan İnkaya Köyü'nden almıştır. 600 yıllık tarihi çınar muhteşem görünümü ile dünyaca ünlüdür. Çapı 3, yüksekliği ise 35 m. olan bu anıt ağaç, 13 ana kola sahiptir. Dalların kalınlığı 3-4 metreyi bulan çınar, 9,2 metrelik çevresiyle Türkiye'nin en yaşlı ağaçlarından biridir. İnkaya Çınarı, Bursa'ya yolu düşen yerli ve yabancı turistlerin uğramadan geçmediği önemli bir semboldür.

Bursa Pideli Köfte
Tarihi Kayhan Çarşısı’nda dönere alternatif olarak ortaya çıkan pideli köfte yüzlerce yıllık geçmişi ile, sadece Bursa’da yapılmaktadır.

Kayhan çarşısı Yıldırım Beyazıt zamanında kurulmuş olup, eski adı “Kayıhan”dır. Burada uzun yıllardan beri sürdürülebilmesinin nedeni ise bir meslek olarak görülmesi ve babadan oğula aktarılarak yaşatılmasıdır. Pideli köfte yemeği bölgeye gelen turistlerin beğenisine sunulur. Bursa’ya özgü tatları tanımak isteyen bir turiste ilk önerilen yemek pideli köftedir.

Köfte doğuda yapılan kebaplardan ayrılır. Çünkü yemeğin baharatı yok denecek kadar azdır. Tereyağı, pide, köfte, yoğurt, domates ve biber. En önemli maddesi tereyağıdır. Manda tereyağı ve keçi tereyağı birlikte kullanılır.

Evliya Çelebi’nin bile sözünü ettiği pideli kebap geleneği asırlardır devam ettirilmekte olup, Bursa mutfak kültürünün en önemli yemekleri arasında yerini almıştır.

Osmangazi Türbesi
Osmanlı Devletinin kurucusu olan Osman Gazi 1258-1324 yılları arasında yaşamıştır. Osmangazi Bursa kuşatması sırasında, vasiyeti üzerine Bursa’nın fethinden sonra “Gümüşlü Kümbet “ olarak bilinen Sainte Elie adlı Bizans manastırının şapeli üzerine inşa edilen türbeye gömülmüştür.1801 yılında yangınla 1855 depremi ile de tamamen yıkılan türbe Sultan Abdülaziz tarafından eski yapısına sadık kalınarak 1863 yılında bugünkü haline getirilmiştir. Türbenin ortasında bulunan sedef kakmalı ahşap sanduka Osmangazi ye aittir, sandukanın etrafı sedef kakmalı korkuluklarla çevrilmiştir. Abdülaziz’in Bursa’yı ziyareti sırasında yapılmış kadife üzerine gümüş ve sim ile işlenmiş, Osmangazi’nin şahsiyeti doğumu ve saltanat senesi ile ölümü gibi tarihleri gösteren örtü Sandukanın üzerine örtülmüştür. Türbenin içinde Osmangazi’nin oğlu Alaaddin bey, Eşi Aspurça Hatun ile on iki yakınının sandukaları bulunmaktadır.
Yeşil Türbe
Yeşil Külliye’sinin kuşkusuz en tanınmış yapısı Çelebi Mehmed için yaptırılan ve cephelerini süsleyen yeşil, turkuaz kabartma çinilerin rengiyle anılan Yeşil Türbe’dir.

Yıldırım Beyazid’in oğlu, Osmanlı padişahlarının beşincisi Çelebi Mehmed tarafından 1421 yılında yaptırılmıştır. Çelebi Mehmed Osmanlı Devletinin ikinci kurucusu kabul edilmektedir. 34 yıllık mücadelelerle dolu hayatında 24 kez savaşa katılmış, 40 ayrı yerinden yara almıştır. Yeşil Türbe’nin yapımı vefatından 40 gün önce tamamlanmış ve vefatı halktan 40 gün gizlendikten sonra Yeşil Türbe’ye yapımından 80 gün sonra defnedilmiştir.

Türbe’de ayrıca Çelebi Mehmed’in kızlarından Selçuk Hatun, Hafsa, Ayşe, Sitti Hatun; oğulları Mahmud ve Yusuf Beyler ve dadıları da gömülüdür.

Yeşil Türbe, Yeşil Külliye içerisinde bulunan Yeşil Camii’nden yüksektedir. Bu durum alışıla gelmiş bir durum değildir. Yeşil Türbe’nin Yeşil Cami’nden yüksek olmasının sebebi, Osmanlının zor döneminde dosta düşmana karşı “ayaktayız” mesajını vermek içindir.

Timur yenilgisi ve kardeşler arasındaki iktidar mücadelesi sonrası Çelebi Mehmed’in Osmanlı’nın yıkılmadığını ve eskisinden daha parlak eserler yapabileceğini göstermek amacıyla Yeşil Türbe gösterişli yapılmıştır.

Mimarı Hacı İvaz Paşa’dır. Nakkaşları Ali bin İlyas Ali, Mahmud el Mecnun ve Ali bin Hacı Ahmed Tebrizi’dir.

En dar yüzü 8,45 metre, en geniş yüzü 8.87 metre olan sekizgen prizma bedene sahiptir. Beden yüzleri beyaz mermerden yapılmış, çerçeveler ve ayaklar 3,5 metre açıklığı bulunan üzengileri boşta duran sivri kemerleri taşımaktadır. Güney ve kuzey cephelerinin haricinde, dikdörtgen büyük pencereler ile sivri kemerli alçı pencereler vardır. Zamanımıza çok az değişikliklerle gelen cephe girişin doğusundaki ilk yüzdür. Mermer çerçevelerin, sağır kemerlerin ve pencerelerin etrafı geçme rumi motifli bir bordürle kaplıdır. Diğer kısımlar turkuaz renkli çinilerle kaplanmıştır. Pencere alınlıkları koyu lacivert zemin üzerine, ince çizgilerle üç yatay bölüme ayrılmış sahalarda, ayet ve hadisler yazılıdır. Türbeye yeşil, turkuaz çinilerle kaplı olmasından dolayı Yeşil Türbe ismi halk tarafından verilmiştir.

Türbe’nin giriş kapısı 1855 depreminde büyük hasar görmüş, 1864’de yapılan onarımla, horasanla sıvanarak bugünkü görünümüne sokulmuştur. Sağlı sollu mihrapçıklar, ayakkabılıklar türbe’nin kitabesi 13 dilimli yarım kubbe çeşitli renk ve motiflerle kabartma renkli sır tekniğinde işlenmiştir. Rumiler, palmetler, rozet motifleri ile oya gibi işlenen kapı kanatları zamanımızda da tüm çarpıcılığı ile ortadadır. Bir sanat şaheseri olan kapıyı Tebrizli Ahmed oğlu Ali yapmıştır. Sekizgen bedeni sıvalı yüksek kasnağa oturan kurşunlu örtülü büyük bir kubbe örtmektedir.

Duvarlar 2,94 metre yüksekliğe kadar iki bordürle çevrili, altıgen turkuaz çinilerle kaplıdır. Bunların aralarında iri madalyonlar yer almaktadır. Türbe zamanımıza ulaşan en muhteşem çinili mihraba sahiptir. Renkli süsleme sanatının bir şaheseridir. Givli süs sütunları üç sıra mukarnas, rumi, palmet, kıvrık dal motifleri, kalın yazı dizileri ve tepeliği ile Yeşil Cami mihrabını andırmaktadır. Yeşil Türbe'de; 2007-2009 yıllarında büyük restorasyon gerçekleştirilmiştir.

İznik’e dört kapıdan girilir. Ayasofya bütün insanlığa selam verir.
İznik Ayasofya Camii

Dünya tarihi açısından önemli bir yapı olan Ayasofya mabedi; ilk olarak MS. 7. yüzyılda Romalılar tarafından inşa edilen Gymnasium üzerine Bizans döneminde bazilika olarak inşa edilmiştir. 11. yüzyıldaki depremden sonra yenilenmiştir. Üç sahanlıdır. Orhan Gazi tarafından İznik'in fethiyle 1331 yılında camiye dönüştürülen yapı, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Mimar Sinan tarafından yenilenmiştir. 1935 ve 1953 yıllarında yapılan onarımlar sırasında renkli taşlarla bezenmiş taban mozaikleri ve din görevlilerinin törenler esnasında topluca bulundukları, yarım yuvarlak oturma kademeleri ortaya çıkarılmıştır. Bir mezar odası duvarında Hz. İsa freski bulunmaktadır. İznik ilçe merkezinde, Bizans çağında kentin tam ortasında ve iki ana ekseni oluşturan doğu-batı ve kuzey-güney yollarının kesiştiği yerin güneydoğu köşesindedir. Yazılı belgelerde adı ilk kez 11 Ekim 787 günü Patrik Trasios yönetiminde toplanan ve üçyüzelli piskoposla çok sayıda keşişin katıldığı Yedinci konsül dolayısıyla anılmaktadır.

Birinci dönem yapısı: Olasılıkla 4. yy. - 5. yy. arasında, Roma Çağına ait bir (gymnasium)'un taş temellerine oturulmuş tuğla duvarlı bir bazilikadır (Erken dönem kilisesi). Kuzey ve güneyinde, taş temeller üzerinde görülen tuğla duvarlar bu dönemden kalmadır. Harç tabakası kalın ve kullanılan tuğlalar iridir. Apsisin iç kısmında da aynı teknikle örülmüş duvarlar bulunmaktadır. Apsisin dış kısmının ilk yapıda üç yüzeyli olduğu ortaya çıkmıştır ki, bu da erken dönem yapılarında görülmektedir. Ana yapıda, batıdan itibaren üç giriş ile üç nefli naosa geçilmektedir. Orta nefin, yan neflerden dokuz sütun ile ayrılmış olduğu sanılmaktadır. Doğudaki apsis üç yüzeylidir ve bu dönemde posthophorion hücrelerine rastlanmaktadır.

İkinci dönem yapısı: 1065’teki büyük depremde hemen bütünüyle harap olan yapı, daha sonra zemini 1.40 metre yükseltilerek adeta yeni baştan inşa edilmiştir. Dış duvarlar onarılmış ve orta nef duvarları yapılmıştır. Apsis beş yüzlü olmuş, kubbeli postophorion hücreleri eklenmiştir. Bu dönemin yapısında batıdan üç nefli naosa geçilir; yan nefler, orta nefe bir duvar ve ikişer payenin böldüğü üçlü kemer açıkları ile açılır.

Üçüncü dönem ekleri: 1331’te Orhan Gazi zamanında İznik’in fethedilmesinden sonra, yapı yeniden yükseltilmiş, nefleri ayıran destekler değiştirilmiş, minare ve mihrap eklenerek camiye dönüştürülmüştür. Ancak günümüzdeki minare kalıntısı bu döneme ait değildir. Gerek bugünkü minare ve gerekse yapıdaki Türk dönemini yansıtan değişikliklerin büyük bölümünde, ünlü Mimar Sinan’ın izlerini bulmak olanaklıdır. Bu dönemde üçlü kemer açıklıklarının aralarındaki ikişer sütun kaldırılmış ve bugün görülen büyük kemerlerle, onların arasındaki küçük sivri kemerli açıklıklar yapılmıştır. 1980’li yıllardaki çevre düzenlemesi ve kamulaştırmanın neticesinde Ayasofya’nın etrafındaki yapılar yıkılmış ve etrafı yeşillendirilmiştir. Aralık 2007 tarihinden itibaren ise Vakıflar Bölge Müdürlüğünün restorasyon çalışması gerçekleştirilmiştir. 6 Kasım 2011 tarihinde Kurban Bayramı 1. günü sabah namazından itibaren bir kısmı cami olarak hizmet vermeye başlamıştır. Cami olarak açılmasıyla birlikte Ayasofya Orhan Caminin Osmanlı döneminden önceki bazı bölümleri ziyarete açılımıştır. Bu ziyarete açık bölümlerde geçmişine ait kısımlarının muhafa altına alınarak yabancı ve yerli tarafından ziyaret edilmesi sağlanmaktadır.

Karacabey Longoz Ormanları
Güney Marmara akarsularının büyük bölümünün birleşmesiyle oluşan Susurluk Irmağı, Bursa’nın Karacabey ilçesine bağlı Yeniköy yakınlarında Marmara Denizi ile buluşmaktadır.

Susurluk Irmağı’nın oluşturduğu Kocaçay Deltası, göl, bataklık, kumul ve longoz ormanından meydana gelmektedir. Marmara Denizi’nin güney kıyısında yer alan delta, göl, bataklık, kumul ve subasar orman ekosistemlerinden meydana gelir. Deltanın batı yarısında, toplam alanı 194 ha olan ve Maliç Deresi tarafından beslenen Dalyan ve Poyraz gölleri, 600 ha alan kaplayan sazlıklar, 730 hektarlık bir alana yayılmış dişbudak, kızılağaç ve söğütlerden oluşan subasar ormanlar ve çok çeşitli floraya sahip geniş bir kumul bandı bulunmaktadır.

Deltada üreyen türler arasında kara leylek, pasbaş patka, bataklıkkırlangıcı, akça cılıbıt, küçük balaban, gece balıkçılı, alaca balıkçıl, küçük ak balıkçıl, gri balıkçıl, kuğu, yeşilbaş, çıkrıkçın, macar ördeği, elmabaş patka, ak kuyruklu kartal, sakarmeke, poyrazkuşu, sumru, küçük sumru ve pek çok ağaçkakan türü sayılabilir. Ayrıca göç esnasında küçük karabatak, ak pelikan, kışın ise sakarmeke başta olmak üzere büyük sayıda sukuşu bulunur.

Kocaçay Deltası, bütün bu özellikleriyle doğaseverlere, hem kuş gözlemciliği yapma hem piknik yapma hem de arkalarına güzel bir doğa manzarasını alarak, denize girme olanaklarını sunuyor.

Bakanlık koordinatörlüğünde 12. 10. 2007 tarihinde gerçekleştirilen Ulusal Sulak Alan Komisyonu toplantısı sonucunda Kocaçay Deltası, sulak alan koruma bölgelerinin sınırları belirlenmiştir. Koruma bölgeleri sınırlarında yapılması planlanan faaliyetler de “Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği” ile ilgili hükümler çerçevesinde verilmektedir.

Cennetten Bir Köşe: Gölyazı

Gölyazı, Bursa’nın en zengin antik yerleşim yerlerinden biridir. Derin bir yarımadanın üzerinde kurulan Gölyazının tarihi M.Ö. 6. yüzyıla dek uzanır. Yazılı kaynaklardan edinilen bilgilere göre; Gölyazının antik adı, bugün Orhaneli Çayı (Kocaçay) dediğimiz antik Ryndacus ırmağından kaynaklanan “Apollonia ad Rhyndacum”dur. Apollonia eski çağların ışık tanrısı idi. Antik çağlarda Anadolu’da kurulmuş “Apollonia” adlı dokuz kent olduğu bilinir. Bu adın diğer kentlerden ayrılabilmesi, için Apolyont (Uluabat) gölünü besleyen Aizonai (Çavdarhisar) çevresinden çıkan Rhyndacus denilen ırmağa atfen konduğu kaynaklarda belirtilir.

Roma çağında gelişen Gölyazı, Bizans döneminde daha çok dinsel içerikli eserler kazanmıştır. Bugüne dek sürekli arkeolojik kazılar gerçekleştirilmeyen bölgeyle ilgili bazı bilgiler burada bulunan sikkelerin incelenmesi ile elde edilmiştir. Bölgede, M.Ö. 1. yüzyılda Apollonia’da kerevit kabartmalı sikkeler darp ediliyordu. Bölgede bol miktarda Bizans imparatorluk sikkeleri de bulunmuştur. 1303 Dimboz zaferinden sonra Kite (Ürünlü) Tekfuru’nun topraklarını alan Osman Gazi, Gölyazı Bölgesini de Türklere açmıştır. Hem bölgede, hem de Uluabat Gölü üzerindeki adalardan Alyos ve Manastır adalarında Bizans döneminden kalma ören yerleri vardır. Halk arasında “Deliktaş” olarak anılan ve su kemeri olduğu tahmin edilen bir yapı ile “Taş Kapı” diye adlandırılan antik kale kalıntılarının yanısıra, Kız Adası’nda bulunan Apollon Tapınağı’nın kalıntıları, antik tiyatro kalıntıları, yarımadanın çevresinde kalıntılarına rastlanan surlar, 19. yüzyılda burada yaşayan Rum azınlık tarafından yaptırılan Hagios Georgios Kilisesi ve Manastır Adası’nda kalıntıları bulunan Hagios Konstantinos Manastırı Kilisesi bölgenin en ilgi çekici tarihi kalıntılarıdır. SİT alanı ilan edilerek koruma altına alınan bölgede ayrıca, yapılış tarihi bilinmeyen tarihi bir cami ve hamam bulunmaktadır. Bugün “ağlayan ağaç” adıyla anılan ve Gölyazı'nın yarımadayla bağlantısını sağlayan köprünün başında bulunan 750 yıllık çınar da görülmeye değer bir doğa harikasıdır.

Gölyazı, Türklerle Rumların ortak tarihi açısından önemli özelliklere sahiptir. Eski bir Rum köyü olan ve bugün daha çok mübadele ile Selanik’ten göç edenlerin yaşadığı Gölyazı, Osmanlı döneminde Türklerle Rumların birarada yaşadığı ve Rumların çoğunlukta olduğu bir yerleşim merkeziydi. 1924 yılında mübadele anlaşması ile gelen Türk göçmenler, Gölyazı ve çevresi ile uyum sağlamışlar, çalışkanlıklarıyla çevre kültürünü geliştirmişlerdir. Tamamı SİT alanı olan ve bağlı olduğu ilçeye adını veren muhteşem nilüfer çiçeklerine ev sahipliği yapan Uluabat Gölü, 2–4 metre arasındaki derinliği ve puslu havasıyla farklı bir görüntü yansıtır. Gölyazı halkının geçim kaynağı tarım, balıkçılık ve turizmdir. Gölde turna, sazan ve köylüler tarafından “Feki” adı verilen küçük bir balık türü yaşar. Uluabat’ın simgesi olan kerevit ise bölge halkının geçim kaynağı olmaktan çoktan çıkarak anılardaki yerini almış durumdadır. İlkbaharda gölün yükselmesiyle su içinde kalan ağaçlar, yine bu sularda süzülen ördekler, çoğu zaman gölü kaplayan sis, sazlık bölgeler, sandallarında avlanan balıkçı kadınlar, Arnavut kaldırımlı sokaklar; antik çağda Apolyont olarak bilinen bu köyün güzelliklerinden yalnızca birkaçıdır.

750 YILLIK AĞLAYAN ÇINAR

Uluabat Gölü’nün kuzeyinde iki yarımada, içinde de yedi ada bulunuyor. Gölyazı, bu gölün ortasındaki adaya köprü ile bağlı. Kurtuluş Savaşı’na kadar Rumlar’ın yaşadığı köyde, günümüzde Selanik’ten mübadele yolu ile gelmiş Türkler yaşıyor. Gölyazı halkı, tarım ve balıkçılıkla uğraşıyor.

Köye girişte sol yanda kalan tepenin arkasında antik bir kent var. Bölge, tamamen SİT alanından oluşuyor. Köy meydanında cami, kahve ve “ağlayan çınar” adıyla da bilinen bir anıt çınar yer alıyor. Meydana girer girmez sizi kollarıyla selamlayan anıt çınar, 750 yaşında ve özel koruma altında. Ağacın “ağlayan çınar” adını almasının nedeni, haftanın bazı günlerinde gövdesinden akan kırmızıya yakın sıvı. Meydanda sazan ve turna balıkları mezat yoluyla satılıyor. Gölyazı köy ekmeği fırınından gelen nefis ekmek kokuları tüm adaya yayılırken, göl kenarındaki küçük balık lokantaları da konuklarını ziyafete davet ediyor.

Gölde balıkçı tekneleriyle ada turu yapmak da mümkün. Adanın çevresinde sular çekilince kökleri meydana çıkan söğüt ağaçları, sur yıkıntıları göze çarpıyor. Adadan muhteşem bir günbatımı manzarası izleyebilirsiniz. Bunun için Zambak tepesi en uygun mekan.

NASIL GİDİLİR?

Bursa’dan 42 kilometre uzaklıkta, Bursa-İzmir karayolunun 37’inci kilometresinden güneye saptığınızda, yol sizi Uluabat Gölü’ne götürüyor. Bursa’dan İzmir istikametine giderken Uluabat Gölü’nü gördükten 5 kilometre kadar sonra Gölyazı tabelasını görürsünüz. Bu tabelayı görünce, sola dönerek zeytin ağaçlarıyla çevrili güzel bir yoldan 5 kilometre gittiğinizde, Gölyazı Köyü’nün girişine ulaşırsınız. İzmir tarafından Bursa istikametine gidenlerin ise gölü gördükten 25-30 kilometre sonra tabelaları takip ederek sağa girmeleri gerekiyor.

Kuş Gözetleme
İznik Gölü

Marmara Bölgesi’nin en büyük, Türkiye’nin ise 5. büyük doğal gölü olan İznik Gölü derinliği en fazla 80 m olan tektonik bir tatlısu gölüdür. Alan sık sazlıkların arasında karışık koloniler kuran küçük karabatak ve gece balıkçılı ile Önemli Kuş Alanı (ÖKA) statüsündedir. Diğer üreyen türler arasında yüzlerce çift bahri, alaca balıkçıl küçük ak balıkçıl ve gri balıkçıl sayılabilir. İznik Gölü kış aylarında önemli sayıda su kuşu barındırmaktadır.

Uludağ

Bursa’nın güneyinde yer alan Uludağ, Batı Anadolu’nun en yüksek dağıdır. Sakallı akbaba (2 çift) ve kaya kartalı (2 çift) alana ÖKA statüsü kazandıran türlerdir.Kızıl akbaba, çakırkuşu, küçük kartal, bıyıklı doğan ve gökdoğanın ürediği sanılmaktadır. Küçük sıvacıkuşu ve kara iskete için Uludağ, coğrafi yayılım alanlarının batı sınırını oluşturur. Bu dağ aynı zamanda Türkiye’de paçalı baykuşun yaşadığı bilinen birkaç yerden biridir.

Ulubat Gölü

Marmara Denizi’nin güneyinde yer alan sığ, bulanık, örtrofik bir tatlısu gölüdür. Önemli Kuş Alanı statüsü kazanan Ulubat Gölü, küçük karabatak, alaca balıkçıl ve kaşıkçı için önemli bir üreme alanıdır. Kışın gölde, aralarında küçük karabatak, tepeli pelikan, almabaç patka, tepeli patka ve sakarmekenin de gözlenebileceği büyük sayılarda su kuşu bulunur. Gölde üreyen diğer önemli kuşlar arasında küçük ak balıkçıl ve çeltikçi sayılabilir.

Karaçay Deltası

Marmara Denizi’nin güney kıyısında yer alan delta, göl, bataklık, kumul ve subasar orman eko sistemlerinden meydana gelir. Alan, kara leylak, pasbaş patka, bataklık kırlangıcı ve akça cılıbıtın üreyen popülasyonlarıyla Önemli Kuş Alanı statüsü kazanır. Göç esnasında önemli sayıda küçük karabatak ve ak pelikan, kışın ise sakarmeke başta olmak üzere büyük sayılarda sukuşu bulunur.Diğer üreyen önemli kuşlar arasında, küçük balaban, gece balıkçılı, alaca balıkçıl, küçük ak balıkçıl, gri balıkçıl, kuğu, yeşilbaş, çıkrıkçın, macar ördeği, elmakaş patka, ak kuyruklu kartal, sakarmeke, poyrazkuşu, sumru, küçük sumru ve çok sayıda ağaçkakan türü sayılabilir.
Mercedes vito vip 8 kişilik :
Mercedes vito vip araçlarımız arkada 3 kişilik karşılıklı bakan 2 koltuk şoför yanında 2 li tek koltuk toplam 8 kişi oturma kapasitesine sahiptir. Mercedes vito vip Koltuklarımız orijinal deridir. Mercedes vito vip araçlarımızda arka bölmede 3 kişilik karşılıklı bakan 2 koltuk arasında çıkabilen bir orta sehpa mevcuttur. Mercedes vito vip araçlarımızın iç ışıklandırması normal beyaz ışık ve gece sizi uzun yolculuklarda yormayacak mavi ışık ile özel olarak dizayn edilmiştir. Mercedes vito vip araçlarımızda buzlabı mevcuttur. Mercedes vito vip araçlarımızda İsteğinize bağlı olarak araç içinde yiyecek içecek servisi yapılmaktadır. Mercedes vito vip araçlarımızda arka ve ön bağımsız çift klima mevcuttur. Mercedes vito vip araçlarımız soğutma konusunda en sıcak günlerde bile serin bir ortamda yolcu yapmanızı sağlar.

Mercedes vito ultra vip 8 kişilik :
Mercedes vito ultra vip araçlarımız arkada 3 kişilik karşılıklı bakan 2 koltuk şoför yanında 2 li tek koltuk toplam 8 kişi oturma kapasitesine sahiptir. Mercedes vito vip Koltuklarımız orijinal deridir. Mercedes vito ultra vip araçlarımızda arka bölmede 3 kişilik karşılıklı bakan 2 koltuk arasında çıkabilen bir orta sehpa mevcuttur. Mercedes vito ultra vip araçlarımızın iç ışıklandırması normal beyaz ışık ve gece sizi uzun yolculuklarda yormayacak mavi ışık ile özel olarak dizayn edilmiştir. Mercedes vito ultra vip araçlarımızda buzlabı mevcuttur. Mercedes vito ultra vip araçlarımızda İsteğinize bağlı olarak araç içinde yiyecek içecek servisi yapılmaktadır. Mercedes vito ultra vip araçlarımızda arka ve ön bağımsız çift klima mevcuttur. Mercedes vito ultra vip araçlarımız soğutma konusunda en sıcak günlerde bile serin bir ortamda yolcu yapmanızı sağlar.
Mercedes vito ultra vip araçlarımız ekstra özelliklerle donatılmıştır. Mercedes vito ultra vip araçlarımız arka kısmı ön kısmı ile istendiğinde bağımsız hala gelebilir. Mercedes vito ultra vip araçlarımız Bir bölme vasıtasıyla ayrılır. Sadece telefon bağlantısı ile bağlantı sağlanabilir. Mercedes vito ultra vip araçlarımız Ayrılan bölme büyük ekran televizyon ile desteklenmekte ve çok şık görüntü elde edilmektedir. Mercedes vito ultra vip araçlarımız Büyük ekran televizyonda ister müzik klibi izleyin , ister televizyon , isterseniz telefonunuzla veya tabletinizle bağlanın size özel bir yayın izleyin. Gerisi size kalmış evinizdeki kumanda sizin olsun size özel aracınızda konforun tadını çıkarın.

Mercedes sprinter Vip 10 kişilik :
Mercedes sprinter Vip araçlarımız arkada 2 kişilik sıralı 2 adet en arkada 4 adet tek sıra koltuk kapı yanında 1 kişilik tekli koltuk önde şoför yanında 1 li tek koltuk ile toplam 10 kişi oturma kapasitesine sahiptir. Mercedes sprinter Vip araçlarımızın koltuklarımız orijinal deridir. Mercedes sprinter Vip araçlarımızın iç ışıklandırması normal beyaz ışık ve gece sizi uzun yolculuklarda yormayacak mavi ışık ile özel olarak dizayn edilmiştir. Mercedes sprinter Vip araçlarımızda buzlabı mevcuttur. Mercedes sprinter Vip araçlarımızda İsteğinize bağlı olarak araç içinde yiyecek içecek servisi yapılmaktadır. Mercedes sprinter Vip araçlarımızda arka ve ön bağımsız çift klima mevcuttur. Mercedes sprinter Vip araçlarımız soğutma konusunda en sıcak günlerde bile serin bir ortamda yolcu yapmanızı sağlar. Mercedes sprinter Vip aracımız en önemli özelliği uzun yolda özellikle mide bulantısı olmadan sıralı koltuk ve geniş tavan sebebiyle rahat rahat bir yolculuk sağlar. Mercedes sprinter Vip araçlarımızda arka ve ön bağımsız çift klima mevcuttur. Mercedes sprinter Vip aracımız soğutma konusunda en sıcak günlerde bile serin bir ortamda yolculuk yapmanızı sağlar. Mercedes sprinter Vip aracımız renkli camlar klimanın etkisini artırır. Mercedes sprinter Vip aracımız yüksek tavan ile geniş iç hacim imkanı sunar sizlere ferah bir ortam yaratır. Mercedes sprinter Vip aracımız otomatik kapı , otomatik kapıya bağlı basamak ve merdiven araca çıkışı , rahat inip binmenizi sağlar.

Mercedes sprinter Vip 13 kişilik :
Mercedes sprinter Vip araçlarımız arkada 2 kişilik karşılık 2 adet koltuk onun arkasında 2 kişilik tek koltuk en arkada 4 adet tek sıra koltuk kapı yanında 1 kişilik tekli koltuk onun arkasında 1 kişilik tekli koltuk önde şoför yanında 1 li tek koltuk ile toplam 13 kişi oturma kapasitesine sahiptir. Mercedes sprinter Vip araçlarımızın koltuklarımız orijinal deridir. Mercedes sprinter Vip araçlarımızın iç ışıklandırması normal beyaz ışık ve gece sizi uzun yolculuklarda yormayacak mavi ışık ile özel olarak dizayn edilmiştir. Mercedes sprinter Vip araçlarımızda buzlabı mevcuttur. Mercedes sprinter Vip araçlarımızda İsteğinize bağlı olarak araç içinde yiyecek içecek servisi yapılmaktadır. Mercedes sprinter Vip araçlarımızda arka ve ön bağımsız çift klima mevcuttur. Mercedes sprinter Vip araçlarımız soğutma konusunda en sıcak günlerde bile serin bir ortamda yolcu yapmanızı sağlar. Mercedes sprinter Vip aracımız en önemli özelliği uzun yolda özellikle mide bulantısı olmadan sıralı koltuk ve geniş tavan sebebiyle rahat rahat bir yolculuk sağlar. Mercedes sprinter Vip araçlarımızda arka ve ön bağımsız çift klima mevcuttur. Mercedes sprinter Vip aracımız soğutma konusunda en sıcak günlerde bile serin bir ortamda yolculuk yapmanızı sağlar. Mercedes sprinter Vip aracımız renkli camlar klimanın etkisini artırır. Mercedes sprinter Vip aracımız yüksek tavan ile geniş iç hacim imkanı sunar sizlere ferah bir ortam yaratır. Mercedes sprinter Vip aracımız otomatik kapı , otomatik kapıya bağlı basamak ve merdiven araca çıkışı , rahat inip binmenizi sağlar.
Mercedes sprinter Ulta Vip 13 kişilik :
Mercedes sprinter ulta Vip araçlarımız arkada 2 kişilik karşılık 2 adet koltuk onun arkasında 2 kişilik tek koltuk en arkada 4 adet tek sıra koltuk kapı yanında 1 kişilik tekli koltuk onun arkasında 1 kişilik tekli koltuk önde şoför yanında 1 li tek koltuk ile toplam 13 kişi oturma kapasitesine sahiptir. Mercedes sprinter ulta Vip araçlarımızın koltuklarımız orijinal deridir. Mercedes sprinter ulta Vip araçlarımızın iç ışıklandırması normal beyaz ışık ve gece sizi uzun yolculuklarda yormayacak mavi ışık ile özel olarak dizayn edilmiştir. Mercedes sprinter ulta Vip araçlarımızda buzlabı mevcuttur. Mercedes sprinter ulta Vip araçlarımızda İsteğinize bağlı olarak araç içinde yiyecek içecek servisi yapılmaktadır. Mercedes sprinter ulta Vip araçlarımızda arka ve ön bağımsız çift klima mevcuttur. Mercedes sprinter ulta Vip araçlarımız soğutma konusunda en sıcak günlerde bile serin bir ortamda yolcu yapmanızı sağlar. Mercedes sprinter Vip aracımız en önemli özelliği uzun yolda özellikle mide bulantısı olmadan sıralı koltuk ve geniş tavan sebebiyle rahat rahat bir yolculuk sağlar. Mercedes sprinter ulta Vip araçlarımızda arka ve ön bağımsız çift klima mevcuttur. Mercedes sprinter ulta Vip aracımız soğutma konusunda en sıcak günlerde bile serin bir ortamda yolculuk yapmanızı sağlar. Mercedes sprinter Vip aracımız renkli camlar klimanın etkisini artırır. Mercedes sprinter ulta Vip aracımız yüksek tavan ile geniş iç hacim imkanı sunar sizlere ferah bir ortam yaratır. Mercedes sprinter ulta Vip aracımız otomatik kapı , otomatik kapıya bağlı basamak ve merdiven araca çıkışı , rahat inip binmenizi sağlar.
Mercedes sprinter ulta Vip araçlarımız ekstra özelliklerle donatılmıştır. Mercedes sprinter ulta Vip araçlarımız arka kısmı ön kısmı ile istendiğinde bağımsız hala gelebilir. Mercedes sprinter ulta Vip araçlarımız Bir bölme vasıtasıyla ayrılır. Sadece telefon bağlantısı ile bağlantı sağlanabilir. Mercedes sprinter ulta Vip araçlarımız Ayrılan bölme büyük ekran televizyon ile desteklenmekte ve çok şık görüntü elde edilmektedir. Mercedes sprinter ulta Vip araçlarımız iki adet Büyük ekran televizyonda ister müzik klibi izleyin , ister televizyon , isterseniz telefonunuzla veya tabletinizle bağlanın size özel bir yayın izleyin. Gerisi size kalmış evinizdeki kumanda sizin olsun size özel aracınızda konforun tadını çıkarın.